estambul tours ve islam savasları99

vardır, atlıları vardır.ALLAH, kendisine bir üstünlük vermediği halde hasetten doğan düşmanlık yüzünden, kalbindeki öfkeyle yanıp tutuşan ululanma ateşine düşüp, şeytanın burnuna üfürdüğü ululuk yeliyle savrulup anasının oğluna karşı kibirlenen kişiye dönmeyin. ALLAH, o iş yüzünden onu pişmanlığa düşürdü; kıyamete dek adam öldürenlerin suçlarını, kendilerinden eksiltmemek üzere ona da yükledi
Bilin ki siz, ALLAH’a karşı durmakla, inananlarla savaşmakla azgınlıkta pek ileri gittiniz; yeryüzünde bozgunculuk ettiniz. ALLAH için olsun, ALLAH için, ululanmaktan, cehâlet devrindeki övünmenizden kaçının®®® çünkü her ikisi de buğzun, kinin, düşmanlığın mayasıdır; onlardan nefret doğar, düşmanlık meydana gelir; her ikisi de şeytanın üfürdüğünü üfürdüğü, tuzağını kavurduğu şeydir ki, o, bunlarla geçmiş ümmetleri aldatmıştır, eserleri bile kalmamış toplumlar! tuzağına düşürmüştür de onlar, şeytanın bilgisizlik karanlıklarından sapıklık dağlarında, bellerinde yelip yortmuşlar, boyunlarını uzatmışlar; derken onları ıhhyan deve gibi yere çökertmiş gitmiştir.
Bu, öylesine bir iştir ki gönüller, o işe düştü mü, hep birbirine benzer, gelen toplumlar da geçip gidenlere uyar; bir ululanmadır bu ki, gönüller, ona düştü mü daralır, sıkıntıya düşer. Amanın, sakının, sakının soylarıyla ululanan, sülâlelerini öne süren, büyüklük satan, kendilerini büyük bilen, yoksulları aşağı gören, ALLAH’ın takdirine karşı inada girişen, onun nimetleriyle yok-yoksul kişileri horlayan ulularınıza, büyüklerinize itaat etmekten. Çünkü onlar, kendilerini büyük görüş sapıklığının ululandır; fitne ve sapıklık yapısının temelleridir, direkleridir; cahiliye devrinin kılıçlarıdır onlar.
ALLAH’tan çekinin, sakının size verdiği nimetlere karşı küfrana düşmekten, size ihsan ettiği üstünlüğe güvenip hasede yapışmaktan. Arı-duru suyunuzu bulanık sularına kattığınız, katıp da içtiğiniz, sıhhatinizi, onların hastalıklarına buladığınız, batıl inançlarım, gerçek inançlarınıza karıştırdığınız kişilerin, sonradan içinize dalanların, sizden görünenlerin sapıklıklarına uymayın. Onlar kötülüklerin esaslarıdır; isyanların ayrılmaz parçaları. İblis, onları sapıklık develeri
887Kardeşi Hâbil’i, kıskançlık yüzünden öldüren Kaabil’e işaret edilmektedir, (5,27-32).
888Cehâlet devri Hz. MUHAMMED’den (sav) önceki devirdir; bu çağda Arapların hâlleri evvelce anlatılmıştır, tarih kitaplarında da tafsilâtı vardır.
r. Onlarla insanlara saldırır; onlar, i/^’^cenıanlarıdır, onlarla söz söyler; böylece de akıllarını çe-gözlerinize girmek, kulaklarınıza üfürmek, ok atacağı
iP''^'^ıniaÇ olarak dikmek, sizi, ayak bastığı yer haline getirmek, yer, yapıştığı eser yapmak ister.
(‘I'jgnönce ALLAH’m azâbmın, gelip çattığı, belâlara, dertlere '^^ümmetlerden, kendilerini büyük görenle-rin başlarına ge-İ*>n ibret alın; onların yüzlerinin yerlere sürtündüğü, yanla-f j^praklara döşendiği yerleri görün de akıllarınızı başlarınıza Zamanın ansızın gelen belâlarından ALLAH’a sığındığınız benliklere düşüren ululanmadan da ALLAH’a sığının. AL-pl;ı,llarından birisinin ululanmasına müsâade etseydi, peygam-.jine müsâade ederdi; oysaki noksan sıfatlardan münezzeh olan onların ululanmalarını hoş görmedi; alçak gönüllü olma-razı oldu; onlar da yüzlerini yerlere koydular, topraklara |ler; inananlara karşı esirgeme kanatları gerdiler. Onlar za-jirtopluluktu; düşmanları onları öyle görüyorlardı; ALLAH on--I çetin belâlarla, korkulu olaylarla sınanmalarını diledi, onları Harla, dertlerle arıttı.
Fitne ve sınanma vakitlerinde bilgisizliğe kapılıp mal, evlât sa-iolmanızı Tanrı’nın rızasına, zengin olmanızı onun lütfuna, yok-Iğa düşmenizi kahrına vermeyin. Çünkü noksan sıfatlardan mü-ffilı yüce ALLAH şöyle buyuruyor:
'Sanıyorlar mı ki onlara mal ve evlât vererek iliâfatlandırmadayız, yardım etmedeyiz onlara, hayırla ulaşı vermeler ini sağlamadayız? Hayır, anlamıyorlar.” i’minûn, 55-56).
Voksan sıfatlardan münezzeh olan ALLAH, ululanan kullarma, alarmı küçük, zayıf göstererek onları sınamaktadır.
Wan oğlu Mûsâ, kardeşi Harun’la, ikisinde de selâm olsun, ^üın’un yanına gitmişti. Eğinlerinde yünden abalar, ellerinde vardı, Hakk’a teslim olursa saltanatının süreceğini, üstündün yürüyeceğini söylediler, Firavun’a bunları şart koştular. ^"Un’sa, dedi ki: Şaşmaz mısınız şu yok-yoksul, hor hakir kişi-bakın hallerine, sonra da bana, üstünlüğümün sürüp gide-Ksaltanatımın devam edeceğini söylüyorlar; bunun içinakın şunlara dedi. ALLAH dileseydi, Peygamberlerini gönderdiği zaman, onlara altın definelerini, altın mâdenlerini açar, ihsan eder, bağlar, bahçeler verir, onların çevrelerine gökten uçan kuşları, yeryüzünün vahşi hayvanlarını derler-toplardı; huna da gücü-kuvveti yeterdi. Fakat böyle yapsaydı belâ ortadan kalkar, yapılan işlere verilecek karşılıklar hiçe gider, haberler yok olur, yiterdi; o zaman, zahmete düşenlere ecirler verilmez, inananlar, ihsanda bulunanların sevabını elde etmezler, adlar da anlamlarına uygun düşmezdi.®®’
Noksan sıfatlardan münezzeh olan ALLAH, peygamberlerini, azimlerinde kuvvetli kıldı; halleriniyse görenlere karşı zayıf gösterdi; oysa onlarda öyle bir kanaat vardı ki gözler, gönüller, onunla dolardı; öyle bir yokluk-yoksulluk verdi onlara ki gözler görünce şaşırır, kulaklar duyunca hoşlanmazdı. Peygamberler, karşı durulamayacak bir kuvvete, kendilerine cefâ etmek mümkün olamayacak bir üstünlüğe, görenlerin başlarını uzatıp, boyunlarını çevirip dalacakları bir saltanata, develere, bineklere yüklenecek mala, mülke sahip olsalardı, elbette halk, onlara karşı eğilir, bu şevkete kapılır, onlara karşı büyüklük satmaz, onlara karşı durmaya kalkmazdı. Onlardaki kudretinden korkarak, onların yüceliklerine kapılarak îman etseydi insanlar, niyetlerinde bir birlik olur, iyiliklerinde hem dünyaya meyil, hem âhirete rağbet bulunurdu; inançlar da hâlis olmazdı.
Ama ALLAH, peygamberlerine uymayı, kitaplarını gerçeklemeyi, kendisine karşı eğilmeyi, emrini kabûl etmeyi, tâatine teslim olmayı, başka işlerle karıştırmamak, ona bir riyâ, bir başka istek bulaştırmamak şartıyla takdir buyurdu; belâ ve sınanış ne kadar büyük olursa sevap ve mükâfat da o kadar çok olur.
Görmez misiniz ki ALLAH, ALLAH’ın salavâtı O’na olsun Âdemden Son Peygamber’e dek bütün gelip geçenleri, bu âlemde, ne kimseye zararı dokunan, ne de faydası olan, görmeyen duymayan taşlarla denedi; o taş yığınını hürmeti vâcib evi kıldı; halkı orada topladı.®”
889Adların anlamlarına uygun düşmemesi, meselâ, refah halinde itaatte bulunana tam mânâsıyla itâat eden, zahmete düşüp zoraki sabredene, sabırlı denmeyeceğine işarettir.
890K.ur’an-1 Mecid’in 5. sûresinin (Mâide) 95. âyetinde “Kâbe” diye anılan ve 3. sûrenin (Âl-i-İmrân) 96. âyetinde, ALLAH’a ibadet için ilk kurulan “beyt” olduğu bildirilen mabed, birçok âyetlerde “Beyt” diye geçer. “ALLAH evi” denmekten maksat, ALLAH’a inananların toplandıkları, ALLAH'a ibâdette, yâni namazda, oraya yöneldikleri cihetle İzafî ve hürmet için söylenen bir sözdür; nitekim Recep ayına da ALLAH ayı denmiştir. Yoksa haddi zâtında ALLAH, bütün bunlardan münezzehtir, yücedir. Kâbe-i Muazzama, hicretten on altı ay sonra bir
’^^isine koydu; sarp dağlar arasında, uçup savrulan kum-^ 'V^irinden uzak köylerin, suyu az kaynakların bulunduğu '^Kurdu; orada ne deve yayılır, ne başka bir hayvan barınır, buna uygun değildir.u^^
Âdem’e ve evlâdına, oraya yönelmelerini buyurdu; sefer-l;onağı, yüklerinin durağı kıldı orayı. Gönüller oraya meyle-^iilehli olanlar orada birbirlerini bulurlar, faydalanırlar; çöl-ovalardan kalkarak, yurtlarından ayrılıp engin çöller, derin aşarak, yücelerden inerek, geniş yolları bırakarak, yurtla-^ajTihp, adaları bırakıp oraya gelirler. Omuzlarını oynatarak, j^Jleyerek düşerler, koşarlar, yelerler, tozlara bulanmış yüz-j^anrınzasım elde etmek isterler. Elbiselerinden so>nınurlar, ih-^ estambul tours bürünürler; güzelim saçlarını kestirirler; bütün bunlar bü-l!jr sınanmadır; çetin bir denenmedir; apaçık bir imtihandır; jlsı yerinde bir temizliğe burhandır.
iŞenaraazında, 2. sûrenin (Bakara) 144. âyeti Hz. MUHAMMED’e (asm) vah-ciOerek kıble olmuştur. Aynı sûrenin 149. âyetinde de bu emir, tekit edilmek-ü&.Aynı sûrenin 191, 196, 217, 5. sûrenin (Mâide). 2., 8. sûrenin (Enfal) 34. 9. iram(Tevbe) 7, 19, 28., 17. [sûrenin (İsrâ) 1. âyetlerinde. Kâbe’ye“Mescid’ül-Snm” denmektedir. 5. sûrenin (Mâide). 1. âyetinde Kabe’nin hareminde avlan-HDiıı haram olduğu bildirilir, 95. âyetinde, ihramdayken avlanmanın haram ol-4® beyan buyrulur.
isûremn (Tevbe) 3. ve 36. âyetlerinde Zilkade, Zilhicce, Muharrem ve Recep ayman, hürmeti vacip aylar olduğu, bu aylarda, zarûret olmadıkça, câhiliye dev-ideolduğu gibi savaşın yapılmaması, fakat zarûret halinde savaşılabileceği bildi-ir.29. sûrenin (Ankebût) 67. âyetinde, haremin emin bir yer kılındığı anlatılır. 9. »enin(Tövbe) 28. âyetinde müşriklerin pis oldukları, Kabe'nin haremine yaklaş-îılmamaları emir buyurulmaktadır ki bu sûre, Medine’de, Veda’haccından sonra ®ilolmuş, Hz. MUHAMMED, önce, Mekkelilere bildirmek üzere Ebubekir’i )<iliadığı halde sonra Hz. Âli’yi (ra) göndermiş, Hz. Ali (ra) Resûlullah’ın (sav) ^'esine bindiği halde, bu yıldan sonra müşriklerin hac etmemelerini, çıplaktaN'af ^memesini, Kâbe’ye, mümin olanlardan başkasının girmemesini, muahedesi ^lara, bitinceye dek dokunulmayacağını, fakat dört ay sonra bildirilen şartlara lüzumunu tebliğ etmiştir. Kâbe’ye, harem dâhiline müşriklerin girmeleri ^>0olduğundan, hac esnasında, helâl olan bâzı şeylerin haram olmasından, ih-^sız hareme girilemeyeceğinden, hürmeti vacip olan bir beyt bulunduğundan ^«scid’ül-Harâm” denmiştir.
^%nin (İbrâhim) 37. âyet-i kerîmesinde İbrâhim Peygamber’in, Alâ nebiyyinâ ''^lihîve aleyhisselâm, “Rabbimiz, soyumun bir kısmım ekin bitmez bir yere, vacip olan evinin yanına yerleştirdim; Rahhimiz,
ALLAH o evi rahmetine sebep, cennete ulaşmaya bir vesile kılmıştır. Noksanlardan münezzeh ALLAH d deseydi, hürmeti vacip evini, kadri yüce ibadet yerlerini, bağlar, bahçeler, nehirler, ırmaklar arasında yeğin ve düz bir yerde, ağaçları çok, meyveleri bol, yapıları yakın, köyleri birbirine bitişmiş bir yerde kurardı; kızıla çalar buğdayların bittiği, yemyeşil çayırhklarm yeşerdiği, sulak bir yerde, taze bitkilerin bulunduğu, güzelim suların aktığı mâmur yolların bulunduğu bir yerde bina ederdi. Ama böyle yapsaydı, mihnetin azlığına karşılık mükâfat ve sevabın da azalması gerekirdi.
O yapı, yapıldığı gibi olmasaydı da yeşil zümrütle kızıl yakut taşlarla bezenip ışıklar saçarak, parıltılarla parıl-parıl parlar bir halde yapılsaydı, elbette gönüllerdeki şüphe azalır. İblis’in azdırma savaşı söner, insanların şüphelerinin gelip gitmesi de giderilmiş olurdu. Fakat ALLAH, kullarını çeşitli çetinliklerle sınamakta, türlü güçlüklerle kullukta bulunmalarını buyurmakta, onlara güç gelen şeylerle onları denemektedir; böylece de kalplerinden ululanmayı çıkarma-yı; gönüllerine alçalma duygusunu yerleştirmeyi takdir etmektedir; buna da kendi lütfüne kapılar açmak, bunları da bağışlamasına sebep etmek murâdmdadır.