estambul tours ve modern islam78

açıklamasına dayalı sınırlı siyaset yoluyla dünyanın tadilini öngörüyordu.
Aslında döneminde klasik İslâmî ilimlerde Cevdet’i geride bırakacak birçok güçlü âlim vardı. Ancak onu diğer ulemadan ayırarak sosyal teorisllere yaklaştıran vasıfların başında siyaset, İkincisi fıkıh ve üçüncü-sü tarih alanındaki bilinci geliyordu. Onun bu konudaki ana kaynağı, ondan çok önce gelmesine rağmen Batı-merkezli bir tutumla, ilk kez Hammer tarafından “Arab Montesquieusu” olarak tanımlanan ve Mukaddime adlı eseriyle bugün bütün dünyada “tarih ve toplum felsefe-si"nin kurucusu kabul edilen İbni Haldun’dur (Meriç 1979: 7). Cevdet, Tanpınar (1969; 2i3)’m ifadesiyle “İbni Haldun’un son şakirdi’’dir.
Osmanh entelektüelleri, modern dönemde XIX. asırda Batı ve daha sonra Arap dünyası tarafından keşfinden çok önce İbni Haldun’a ve eserine vakıftı (Levvis 1988). Kâtib Çelebi, Naima ve en son Ahmed Cevdet, İbni Haldun’un tilmizleri arasında sayılabilirdi. Siyaset, hukulc ve tarih, sosyal düzenliliklerin keşfedileceği sosyal ilişkilerin ana alanlarını, labo-ratuannı oluşturuyordu. Sosyal düzenliliklerin keşfini sağlayacak metodolojik ve entelektüel gücü ise Osmanh medreselerinde “âlet ilimleri" denen, gramer, retorik, mantık gibi disiplinler verecekti. Onun çağdaşı ulema içinde bu alandaki üstünlüğü de tartışılmazdı.
Ancak bu ortaklıklara karşılık entelektüel ortam itibariyle Burke’e göre Paşa’nın dezavantajları söz konusudur. O zaman İngiltere gibi nisbeten geleneksel, istikrarlı bir ülkede yaşayan Burke, Fransa’yı daha yakından ve objektif olarak gözleyerek modernliğin getirdiği problemleri mesafeli, soğukkanlı bir şekilde eleştirebilmiştir; bu yüzden geleneksel dünyaya
Özgü Üslubu lemelde gidimli (discursiv^ olmasına rağmen Cevdet’e göre daha sistematiktir; en azından mıinhasıran sosyo-politik konuları ele alan eserler verebilmiştir. estambul tours Oysa Cevdet, kendisine açılım fırsatları kadar siyasi ve entelektüel kayıtlar da getiren bir konjonktürde yaşamış, entelektüel hareket kabiliyetini nisbeten kısıtlayan pozisyonlarda yazmak zorunda kalmıştır.
O, Fransız Devrimi’nin bütün dünyayı etkilemeye başladığı bir sırada ülkesinde başlayan modernleşme sürecinin ağır baskısı altında fikir üretmeye çalışmıştır. Bizzat içinde yer aldığı bir modernleşme sürecinde taşıdığı meşrulaştırma gibi kaygılar, zaman zaman eleştirisinin entelektüel gücünü kısıtlamıştır. Hep görev gereği yazdığı eserlerde yeri geldikçe, izlenimselci bir tarzda geleneği ve modernliği eleştirmiştir. Burke’de eleştirel bir üslupla meselelerin nisbeten detaylı, entelektüel bir tartışmasına karşılık Cevdet’te daha net, dolaysız bir anlatım, ulemaya özgü eleştirelden çok didaktik bir üslup buluruz.
O, düşüncelerini “soru üzerine beyan" üslubuyla ifade eder; çünkü kendisinin de açıkça belirttiği gibi (1986; IV/166), bir âlim olarak amacı eleştirmekten çok öğüt vermek, öğretmektir. Bu itibarla onun için “düşünür, aydın veya entelektüel” tabirlerini kullanmak bile aslında İslam geleneği açısından yanlış olduğundan “iki düşünür” tabirini mecazen kullanıyoruz. Bununla birlikte “ortak akıf’ı gösteren, aralarında temel noktalardaki düşünce tarzının benzerliği şaşırtıcıdır. Sosyolojik açıdan düşüncelerin bireysel ve kolektif arkaplanlanna eğilmek, bu “ortak akl”ın daha net görülmesini sağlayacaktır.
Tarihte düşünürlerin ilişkileri genelde gıyabidir; bırakın çağdaş düşünürler arasında vicahi etkileşimi, farklı kültürlerden düşünürler arasında eserler sayesinde gıyabî bir etkileşim/etkilenme ihtimali bile düşüktür. Örneğin inceleme konumuz iki düşünürden Ahmed Cevdet’in Burke’yi okumamış olduğu kesindir. O halde etkileşim olmadığına göre fikrî benzerliğin sebebi, bilgi sosyolojisi açısından düşüncenin oluşum tarzında aranmalıdır. Düşüncenin amacı temelde problem-çözme olduğu için benzer şartlarda benzer her problem, benzer bir cevap, düşünce doğuracaktır. XIX. asırda Fransız Devrimi’nin hızlandırdığı tarihte ayakta kalabilmek için sancılı modernleşme sürecine giren Osmanlı, Rusya, Çin, Japonya gibi köklü kültürlerden ülkelerin hepsi, Burke ve Cevdet benzeri önemli gelenekselci düşünürler çıkarmıştı. Bunların ürettiği düşüncenin
404 BEDRİ GENCER
benzer dinamik karakteri, ancak mukayeseli çalışmalarla ortaya çıkanla, bilirdi. Bu konuda örneğin ünlü japon düşünür Fukuzavva Yukidii (1835^ i90i)’yi Mısırlı Rifâ’a Rafı’ Tahtâvî ve Osmarılı Ahmed Midhat ve ge,^ç Mısırlı Tahtâvî ve Taha Hüseyin’i Türkiye’den Ziya Gökalp ile mukayese, yi konu alan bazı çalışmalar yapıldığı görülmektedir (Hamed i9ç)o Öztürk 1995, Kireççi 2007).
İki isim arasındaki bu bariz entelektüel ortaklığın temelinde, mensup oldukları iki ülke ve gelenek arasındaki ortaklık yatmaktadır. Osmanlı düşünürlerinin kendilerini daha çok İngiltere'ye yakın hissetmesi, İngi|. tere’yi model alması sebepsiz değildir. Çünkü hem coğrafya, hem de sosyal düzen itibariyle İngiltere, Kıta Avrupa’sından önemli ölçüde ayrılmaktadır. Tarihî gelişimi itibariyle Batı’da gelenekle bağlarını en çok koruyan bir ülke, “geleneğin kalesi” sayılan İngiltere’nin Edmund Burke gibi gelenekselciliğin babasını çıkarması veya geleneksel eğilimli Montesquieu gibi Avrupalı ve Namık Kemal gibi Osmanlı aydınlarımn, politik düzen tasavvurlarında bu ülkeyi model almaları tesadüf değildir.