estambul tours ve allah bilgileri457
bugün en güzel güzel bilgileri yazan estambul tours dediki Peygamberlerin dereceleri yüksek olduğu halde, peygamber olmayjj). ların muahaze olunmadıkları, zikrettiğin hususları unutarak veyahatâil; işlediklerinde peygamberler muahaze olunuyorlar. Böyle olunca peygjnv herlerin durumları peygamber olmayanların durumundan daha kötü olu (Dereceleri de onlarınkinden daha aşağı olur).Cevap:Biz, sana, bu hususlarda peygamberlerin, peygamber olmayanlarp. bi muahaze olunacaklarını isbat etmiyoruz. Bilâkis biz diyoruz ki; pçy. gamberler, derecelerinin daha fazla yükselmesi için, dünyada bg hususlardan dolayı muahaze olunurlar. Allah'tan bağışlanmalarını». temekle derecelerinin ziyadeleşmesi için bu gibi musibet ve belâlarau|. ratırlar.Nitekim Allahü Teâlâ buyuruyor:
"Sonra Rabbi, Onu seçti de tevbesini kabul buyurdu ve ona do|n yolu gösterdi" (594).
Cenab-ı Hak. Davud faleyhisselâ/n) hakkında da şöyle buyuruyor: "Biz dc onun bu hatasını bağışladık. Gerçeklen onun, bizim kaümmh bir yakınlığı ve güzel bir akıbeti (Cennet’i) vardır" (595).
Allahü Teâlâ, Musa (aleyhissetâm) kendisine:
"Sana levbe ettim ve ben mü'minlerin ilkiyim." dedikten sonraO’ıa şöyle buyurdu:
"Ya Musa! Ben (seni) peygamber göndermemle ve (seninle vasılasu) kelâm etmemle seni asrının insanları üzerine seçtim. Şimdi şu sana m-diğim emir ve yasakları al da şükredenlerden ol" (5%).
Cenab-ı Hak, Süleyman (aleyhisselâm)\n uğradığı musibeti veonuı rücu ettiğini beyan buyurduktan sonra ise şöyle buyurmuştur: “Bunun üzerine rüzgârı onun emrine bağlı kıldık; emriyle istediği re rahatça akar giderdi. Şeytanları da onun emrine bağlı kıldık.Ogv tanlardan kimi bina ustası, kimi de dalgıçtı. Diğerleri de zincirim vurulmuştu. (Biz buyurduk ki): "— Bu bizim ihsanımızdır. Arükdile diğinc hesabsız olarak ver, yahut tul (verme ey Süleyman) şiibhesitki. ona katımızda bir yakınlık ve güzel bir akıbet (cennet) vardır" (597).
Kclâmcılardan bir kısmı diyor ki: Peygamberlerin hatâları zahirdta-temi icap ettirecek hatâlardır ; lâkin hakikatte keramet ve Allah'a yaklaşmaktır. (Bu sözlerden sonra) bizim zikrettiğimiz hususlara işaretettikt Yine beşerden peygamber olmayan, (veliler) veyahut peygambetkı
den kendi derecelerinde bulunmayanlar, peygamberlerin muahaze olundukları bu işlerden muahazc olunacaklarını bilsinler, anlasınlar diye peygamberler muahazc olunurlar. Böylccc (onlar) günahlardan kaçınmayı öğrenirler ve az olsun, çok olsun bütün yaptıklarından hesab göreceklerine itikad ederler. Nimetlere karşı şükreder, belâlara karşı sabırlı olürlar. Bu hususları, masum olan bu yUce makam sahiplerine vaki olan muahaza ve sitemleri düşünerek elde ederler. Peygamberler böyle olunca peygamber olmayanlar nasıl olur da muahaze olunmazlar? Bunun içindir ki, Salih el-Mürriy, Allahü Teâlâ Davud (aleyhıssetâmjm kıssasını tevbe edenlere bir genişlik olsun diye zikretti eliyor. İbn Atâ da şöyle diyor: Allahü Teâlâ’nm Yunus (aleyhısselâm)m kıssasındaki buyruğunda. Yunus (aleyhisselûm) için hiçbir noksanlık yoktur. Lâkin, peygamberimizden derecesinin yükseltilmesinde talep vardır.
Yine peygamberlerden günah sadır olmasının câiz olduğunu söyleyenlere denir ki: Siz ve sizin görüşünüzü benimseyenler, büyük günahlardan kaçınmak sebebiyle küçük günahlar bağışlanır, diyorsunuz.
Peygamberlerin büyük günahlardan masum oldukları hakkında aramızda ihtilâf yoktur. Buna göre peygamberlerden sadır olmasını câiz gördüğünüz küçük günahlar bağışlanmıştır, öyle ise sizce peygamberlerin küçük günahlardan bağışlanmış oldukları halde muahaza olunmalarının peygamberlerin korkmalarının ve küçük günahlardan tevbe etmelerinin mânâsı nedir? Bize verdikleri cevab, te’vil ve sehv ile işlediklerinden muahaze olunacakları hakkında verdiğimiz cevabın aynısıdır.
Denilir ki. Peygamber (sallallaha aleyhi vesellem)\n ve diğer peygamberlerin çok tevbe ve istiğfar etmeleri, Allah’ın nimetlerine şükretmek, (Ubudiyyet hakkını yerine getirmekteki) noksanlığı itiraf ederek ubu-diyyet ve huşu’a sarılmak bakımından idi. Nitekim Peygamber fsallal-lahu aleyhi ve sellem) geçmiş ve gelecek günahlardan muahaze olunmasından emin iken şöyle buyurmuştur:
—Ben şükreden bir kul olmayayım mı? (598).
Ve yine buyuruyor ki:
—Ben Allah'tan daha fazla korkanınızım. Korktuğumu (terkettiği-mi) sizden daha iyi bilenim (599).
Peygamberlerin, icvbe ve istiğfar etmelerinin sebebi ümmcllerintyoi göstermek ve kendilerine uymaları için olduğu rivayet edilir. Nitekim Peygamber (sallaUahu aleyhi ve seUem) buyuruyor;
—Eğer siz benim bildiklerimi bilseydiniz, muhakkak az güler, çok]||. tardınız (600).
Yine tevbe ve istiğfarda, başka öyle bir hoş mânâ vardır ki, bilginle, rin bazıları ona işaret etmişlerdir. O da, Allah’ın muhabbetini dilemek tir.
Nitekim AllahU Teâlâ buyuruyor ki:
“...Şüphesiz ki, Allah çok tevhe edenleri de sever, pisliklerden pik olanları da sever" (601).
Nebi ve resullerin, her zaman kemali talep etmek için bir halden bit hale intikal etmeleri, mübah olanı terkedip taata yönelmeleri, Icsbevt istiğfar etmeleri, Allahü Tcâlâ’nın muhabbetini celbetmeleri içindir, Iv-tiğfarda tevbe mânâsı vardır. (Tevbe istiğfar mânâsı olduğu gibi). Allahü Teâlâ Peygamberin (sallaUahu aleyhi ve sellem) geçmiş ve gelecek günahlarını bağışladıktan sonra O’na şöyle buyurdu:
“And olsun ki, Allah, peygambere ve o güçlük saatinde (Tebük sa vaşında çekilen sıkıntı vc mahrumiyet günlerinde) ona uyan Muhacirlerle Ensar'a lülfelfi; öyle ki, içlerinden bir kısmının kalbleri az dabı eğilecek gibi olmuş iken, sonra onların tevbelerini kabul buyurdu.Çünkü O, çok esirgeyicidir; çok merhametlidir” (602).
Ve yine AllahU Teâlâ buyuruyor:
Ey okuyucu! Geçen yazılarımızla sana ayan beyan olmuştur ki,hak ve gerçek olan, Peygamber (sallaUahu aleyhi ve (vc diğer pc>-gamberler) Allah’ın zatını ve sıfatlarını bilmemekten korunmuşlardır. Peygamberimizin Allah'ın zatım ve sıfatlarının tümünü icmalcnbilmeye muhalif bir halde bulunmaktan masum olduğu da hak vegerçckiır Bu husus, kendi.sine peygamberlik geldikten sonra aklî deliller veicmı ile, kendisine peygamberlik gelmeden önce ise işitme vc nakli delilletk sabittir.
(MKl) tmum Dıılıuri, S.ıhilı. KilabU'l-Kusıır, HabU's-S.i(l.ılı fi'l Kusurda II:. Aiftir.ılia hııuııı Muslini. 4. Kiutbü's-Salâl, 25. Uabu Tahnmı Scbk-ı Inıaıui bi rukuinc' SucudınstNıSv lua’dii 112 (426) Ntı.lu iik'Imi Enes h. Malik (r a.) dan lımını Tırmızi, Ebsabü'z-Zülıdı Bı!» 11 Kavli'ıı-Ni’biyyi (s.a.v.) “Lev Ta’lctmıne ma A'lemu Lc Oahikıunı katilen" dc2)l)NohiBr İli Ehli Zcrrı Gı/arrdcıı 2.114 No.lıı mcini Ebıı Hıireyre (r a.) dan lahriı; cimıslir ImımSm. Kılabu'l-Kdsûf, (iab 11 dc, Ibıı Mâce, Stlnen. .17 KilabuV-Zuhd. 19. Babu'l-HQ/ra>c'IBıiü'4 4190 No.lu hadisi Ebıı 7ern Cı/nn'den laluic dinişlerdir,
(601) Bakanı Sûresi, âyci: 222. (602) Tevbe Sûresi, âyel: 117 (603) Nasr Sûresi,!)«:5
Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) Mlah onu peygamber olarak ümmetine gönderdiği andan beri kasıdh olsun, kasıdsız olsun yalan söylemekten ve sözünde durmamaktan korunmuştur. Yalan söylemek ve sözünde durmamak O’nun için mUstahil olduğu scr’î.aklî ve nazarî delillerle sabittir. Kendisine peygamberlik gelmeden önce yalan söylemekten kesin olarak münezzehtir. Büyük günahlardan icmaen münezzehtir. Küçük günahlardan da beridir. Devamlı olarak unutmak ve gaflet içinde bulunmaktan, ümmeti için Allah’ın gönderdiği hükümlerde kendisine devamlı unutma ve hatâ etme arız olmaktan korunmuştur. Rıza halinde olsun, öfkeli iken olsun, ciddi konuşurken olsun, şaka yaparken olsun bütün hallerinde Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) korunmuştur. Bu hususlara, sımsıkı sarılman ve kesinlikle kabullenmen sana vaciptir. Bu bölümleri hakkiylc bilmen ve faidesinin büyük olduğu gibi tehlikesinin de büyüklüğünü bilmen vaciptir. Çünkü Peygamber (sallallahu aleyhi vesellern)c, vacip, caiz ve muslahil olanları, peygamberin getirdiği hükümlerin (farz, vacip, sünnet gibi) şekillerini bilmeyen kimse, zikredilen hususların aldıkları hükmim hilâfına itikad etmesinden emin olmaz. Peygamberimize vacip olmayan şeyi O’na is-nad etmek suretiyle Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)\ kendisine vacip olmayandan tenzih etmez de böylccc bilmediği halde helak olur, cehennemin en derin ve aşağı tabakasına düşer. Çunku bâtıl olanın Peygamberde (sallallahu aleyhi ve sellem) (mevcud olduğunu) sanmak ve Peygamber (sallallahu aleyhi ve selleınjt caiz olmayanı ona isnad ederek varlığına itikad etmek, (bu hususlar) sahibini helak ve hüsrana götürür.
Bunun içindir ki. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) mescidde ıtikâfta iken kendisini gece (mti’minlerin anası) Safiyyc ile gören iki kişiye şefkat ve ihtiyatlı davranarak şöyle buyurdu;
"—O (kadın) Safiyyedir."
Sonra Resûl-i Ekreın o iki adama buyurdu ki:
-^Gerçeklen Şeytan Âdem oğlunun kan dolaşım yerinde dolaşır (YaniÂdem oğlunun vucudunda kan dolaştığı gibi şeytan da vesvese vc iğ-lasını Âdem oğlunun vücuduna öyle nuısullaı kılar).
-Gerçekten ben, şeytanın sizin kalbinize şer koyup helak olmanızdan korkarım (604).
iOMUnıuın liuhuri. Sallılı. KlUibU'l-llikal, ll.ılnı /i>.ııvirl Mıı'cli /.mclıa lı l'lıkanhı" dc Wı k llijtyın (r.a.) (lan. Ebu Oavud, Suiıoıı. Kııabu’s-Siyaııı Uabıı’IMıı'ıckıfc tcdhulıri Bcylc 11 Hjccıihı'dt Alı h. HUseym iarıkiylc Hz Safiyye (r.a.) dan İmam Ihn Mâıv, ^ Kıı.ıbu'v-Sıyam, “ Bıl)tinrr|.Mu'ıekin yv/urııhu clılulıu Ifl-Mcscıd'dc l77VNo Itınıtıni aynı uıık aynı ravi '»lali(i( cinııjlir.
Meleklerin hepsinin masum olmalarının vacip olmadığını ileri Icrin delillerinden biri de, Harul ile Marul’un kıssası ve müfcssİMeı^ rihçilerin naklettikleri, AH (radıyallahu anh) ve Ihn Abbas anh)dan Harut ile Marut hakkında ve imtihana uğramalarındanakr; tikleridir.
Bil ki (ey okuyucu!) Allah sana ihsan etsin, gerçekten bu haberleri; hiçbiri, doğru olsun, yanlış olsun Peygamber (sallallahu aleyhi »i, lemjdcn rivayet edilmemiştir. Haberlerden naklolunan kıyasla ddect lecek bir şey değildir. Bu haberden Kur’ân’da bulunanın mânâsı hailai müTessirler ihtilâf ettiler. Bu haber hakkında bazı bilginlerin dedikler, ni seleften birçoğu kabul etmedi. Nitekim biz onu ileride zikreden^ inşaallah. Bu haberler Yahudilerin kitaplarındaki yahudilerinpe^p:. herlere ve meleklere olan iftiralarıdır. Nitekim Cenab ı Hak âyetle; evvelinde Yahudilerin Süleyman (aleyhisselömfa yaptıkları iftirayı veO'a isnad ettikleri küfrü beyan buyurmuştur. Bu kıssa büyük birçirkittj ihtiva ediyor. İşte biz bu müşküllerin perdesini kaldıracak engüzdife leri söyleyeceğiz inşallah.
İlk önce şunu kaydedelim ki: Harut ve Marut hakkında, onlar üdmekj mi, yoksa iki insan mı, iki melekten murad onlar mı, yoksaonlaıd^ mi, kelimelerin okunuşu "melckcyni” mi. yoksa “melikeyni"nalİt Allahü Teâlâ’nın “ve ma unzile" ve “vc ma yuallimani’’deki("u' nafiye midir, yok.sa mevsuk midir? diye .htilaf olunmuştur. Muftse Icrin ekserisinin kanaati şudur:
Gerçekten Allahü Teâlâ sihri talim etmek ve açıklamak için imaıiir iki melekle imtihan etti, sihrin öğrenilmesinin küfür olduğunu beşaDbı-yurdu. Kim sihri öğrenirse kâllr olur. Kim de sihri öğrenmezseimaa-da sebat etmiş olur. Allahü Teâlâ buyuruyor ki;
"...Halbuki, o iki melek: “— Biz ancak bir imtihan ve letrâbtipı Allah tarafından gönderildik; sakın sihir yapmayı caiz gorupdtkiEı j| olma" dediler (611).
İki meleğin insanlara sihri öğretmeleri (sihirden) korkutmak içiaSr Yani; kendilerine gelip sihir öğrenmek isteyen kimselere derlerdi ki;
Siz (veya sen) bunu öğrenmeyin. Zira bu, kişi ile karısını birbitindo ayırır. estambul tours Siz böyle tahayyül etmeyin. Çünkü o sihirdir. Sakın kûfrctae yin. Buna göre meleklerin yaptığı taattır. Kendilerine emrolunanhusaa tasarruf etmeleri masıyet değildir. Bu halde sihir başkası için fıtnedr
tbn Vehb, Halid b.lmran’dan rivayet etmiştir. Onun yanında Hin ile Marul zikrolundu ve onların insanlara sihir öğrettikleri söylendi.^ nun üzerine Halid şöyle der: "— Biz Harul ile Marul'u insanlatadı” diye okuyunca. 1 lalid “Melek üzerine inmedi” dedi. (Yani “ma'’yı nal'iye olarak okudu. İşte bu Halid. ilminin yokluğu, bilgisinin genişliği ile melekleri sihir öğretmekten tenzih etti ki, Halid’den başkası Harut ile Marut’un, sihrin küfür olduğunu ve Allah tarafından bir imtihan ve ibtila olduğunu beyan etmek şartıyla insanlara sihri öğretmeleri hakkında kendilerine izin verildiğini zikrederler. Nasıl olur da, biz o haberlerde zikredilen (şarap içmek, çocuk öldürmek ve zina yapmak gibi) büyük günahlardan ve (puta tapmak suretiyle) küfretmelerinden o iki meleği tenzih etmeyelim. Ihn Ahbas (radıyallahu anhiima) da Halid gibi “ma"nm naliye olduğunu ileri sürmüştür.
Mekki diyor ki; Ibn Abbas (radıyallahtı anh)\n ve Halid’in sözüne göre âyetin mânâsı şöyledir;
Süleyman (aleyhısselöm) sihir yapıp kâfir ölmadı. AllahU Teâlâ bu sihirden, şeytanların Süleyman (aleyhissetânıM iftira ettikleri ve bu hususta Yahudilerin şeytanlara uydukları sihri murad buyuruyör. “İki melek gönderilmedi" sözüne ise, Mekki, bunların Cebrail ile Mikâil olduğunu söylüyor. Yahudiler Süleyman (aleyhısselâm) hakkında sihir yaptı diye iddia ettikleri gibi, Cebrail ile Mikâil'in sihirle geldiklerini iddia ettiler de Allah bu hususta onları yalanladı. Lâkin Babil’de insanlara sihir öğreten şeytanlar küfrettiler.
Harut ile Marut’un meleklerden iki melek olduğunu zikrettik. Bazıları Harut ile Marut sihir öğrenen iki adamdır dediler. Haşan Basrî’-nin, Harut ile Marut’un Babil halkından iki kâfir ve zâlim hükümdar olduğunu ileri sürerek "Ve ma linzile alelmclikeyni" diye lâmın kesresiyle okudu âyeti. Buna göre “ma" nafiye değil, mevsule olur. Bunun gibi Abdurrahman b.Ebza, lâmın kesresiyle okumuştur. Fakat o, burada iki melik Davud\\c Süleyman (ateyhisselâm)d\T, dedi. Bu geçen söze göre “ma" nafiye olur. Denilir ki, onlar İsrail oğullarından iki hükümdar olup, Allah onların suretlerini tebdil etti. Bu söz Semerkandi’den rivayet edilmiştir. Âyet-i kerimenin “Lam"ın kesresiyle okunması müstesnadır.