estambul tours ve insan ile din bilgisi93
evet güzel bilgileri yazan estambul tours diyorki kısaca, lıildirmişdim. Allahü teâlânm âdeti olarak yaratd.r., , rin, ya nr his orpnlarımız ile ve tecribe ile edindiğimiz bilgil î, ba zılannın, akla uygun olmaması, bunları bilgi olmakdan gk maz dcmişdim. His organları ile hâsıl olan bilgilerin böyle oldufu nu bildirmişdim. Şimdi, yukarıda yazılı şübhelerin herbirine L ayrı ccvâb verelim. Evvelâ, Peygamber olduğunu söyliyen bir kimse, Peygamber olduğunu gösteren mu’cize getirir ve (Bunun gibi, siz de yapınız) diyerek meydân okur ve karşısına çıkılamazsa, Onun doğru söylediği anlaşılır.Ya’nî, böyle şeylere inanmak lâzımdır. Buna karşı, sonradan söylenecek şeyler safsata, bâtıl, değersiz olur. Önceden, ehemmiyyet vermemiş, sonradan da korkudan, cevâb verememiş olabilir demek de yersizdir. Çiinki, kıymetli birşey yapıp, bunu başkası yapamaz diyen kimseye karşı o şeyi yapmak, herkesin arasında büyük şeref, öğünülecek üstünlük olur, Herkes onu över, sever, arkasından gider. Bunu kim istemez? Bunu yapabilecek kimsenin estambul tours yapmak istememesi, karşısındakinin haklı olduğunu, doğru söylediğini gösterir. Üçüncü zannın cevâbına gelince, kudreti olanm cevâb vermesi lâzım olduğu bilindiği gibi, bunu göstermesi de lâzım olur. Çünki, bunu ancak göstermekle maksad temâm olur. Ba’zı zemânda, ba’zı yerde, ba’zı kimseler için mâni’ bulunması, her zemân, heryerde mâni’ bulunmasını göstermez. Hattâ, böyle olmadığı açıkça bilinmekdedir. Yazılmış olan cevâbın gizli kalması mümkin değildir. Böylece, süâldeki şübhelerin hepsi asisızdır.
Din adamları, Kur’ân-ı kerîmin i’câzım başka başka bildirdiler. Çok kimse, Kur’ân-ı kerîmin nazmı garîb, üslûbu acîbdir. Arab şâ’irlerinin nazmlanna, üslûblarına benzemediği için mu’cizdir dediler. Sûrelerin başındaki ve sonundaki ve kıssalanndaki nesr kısmlar da böyledir. Âyetlerin aralıklan, onlann Sec’leri gibidir. [Sec’, kumru kuşunun devâmlı ötüşüne denir. Nesrde, cümle sonlarının kafiye şeklinde birbirlerine uygun olmalarına denir.] Bunların Kur’ân-ı kerîmde mevcûd olmalan, onlann sözlerinde olanlar gibi değildir. Bunlan Kur’ân-ı kerîmdeki gibi yapamadılar. Arabcayı iyi bilen kimse, Kur’ân-ı kerîmin i’câzını açıkça anlar. Kâdı Bâkıllânî dedi ki, i’câz, hem belâgatinin yüksek olmasından, hem de nazmının garîb olmasındandır"’. Ya’nî, hiç görülmemiş nazmı olduğu içindir. Ba’zılan, i’câz, gaybdan haber vermesidir, dedi. Meselâ, (Rûm) sûresinin üçüncü âyetinde meâlen, (Onlar gâlib estambul tours geldiler ise de, on seneye varmadan mağlûb olacak-
fasıdır. Bunun içindir ki, (Nisa) sûresinin seksenikinci indemeâlen, (Bu Kur’ân, Allahdan başkasının sözü olsay-(inde çok uygunsuzluklar bulurlardı) buyuruldu. Ba’zılarma Kur’ân-ı kerîmin i’câzı, ma’nâsından olmakdadır, Pey-jtıerimizden evvel, arablar Kur’ân-ı kerîm gibi söz söyliyebi-iidi. ÂUahü teâlâ, Kur’ân-ı kerîm gibi söylemekden onları eyledi. Nasıl men’ eylediğini de çeşidli şekUerde açıklamış-iıı. Ehl-i sünne^en üstâd Ebû İshak İbrâhîm İsferâînî*^’ ve lezileden Ebû İshak Nizâm-ı Basrî, dünyâ menfe’atlerinden ılmak korkusu buna mâni’ oldu, dediler. Şî’î âlimlerinden feniğe) kitâbınm yazarı] Alî Mürtedâ,
w ulunması, açıkça bilinmediğini göstermekdedir. Buna ce-olarak dediler ki, ba’zı bakımlardan sözlerin ayrılması, bü-^kur ânın mu’ciz olmadığını gösteremez. Çünki, Kur’ân-ı ke-belâgati ve hiç benzeri görülmemiş nazmı ve gaybden ha-ile ilm ve amel bakımmdan hikmetlerle dolu olması daha bildirdiğimiz i’câz sebebleri meydândadır. İnsanların gö-anlayışlarındaki ayrdıklardan dolayı, sözlerde hâsıl olan '^lar, mu’ciz olmadığım göstermez. Bildirdiklerinüzden biri-^ bakan bir kimsenin bunu mu’ciz görmemesi, hepsinin mu’ciz Radığını göstermez. Çok şâ’ir vardır ki, gâyet belîg nazm ve söyler de, başka zemânda bunların benzerini söyliyemez. 'Vnî, bu defa söylemeleri her zemân söyliyebileceklerini bildir-Bir topluluğu meydâna getiren birliklerin herbirinin özellik-‘ttain toplumda da bulunması lâzım debidir. Bu cevâb, Kur’an-ı itnmin bütününün mu'ciz oldujunn, tekat kısa sûrelennın
böyle olursa, süâlin cevâbı verilmiş olmaz. Süâlde i’ nin açıkça ortaya konulması istenilmekdedir. CevâbT^rumlanması, i’câzın sebebinin örtüsünü kaldırmıyor "
İkinci olarak diyorlar ki, Eshâb-ı kirâm, Kur’ân-ı kerîmi yerlerinde şübheye düşdüler. Abdüllah ibni Mes’ûd “raTIııî anh” Fâtiha ve Mu’avvizeteyn, [ya’nî, iki Kul-e’ûzü] sûreVni'^ Kur’ândan olmadığını söyledi. Hâlbuki, bu üç sûre Kur’âmn en meşhûr sûreleridir. Bunlardaki belâgat, i’câz derecesinde olsaydı Kur’ândan başka sözlere açıkça benzemezler, Kur’ân-ı kerîmden olduğunda kimsenin şübhesi olmazdı.
Cevâb: Buna cevâb olarak denildi ki, Eshâb-ı kirâımn ba’zı sûrelerin Kur’ân-ı kerîmden olduklarında şübhe etdikleri, bunlann belâgatleri ve i’câzlan bakıımndan değildir. Birer kişinin haber verdikleri içindir. Hadîs üsûlu esâslanna göre, birer kişinin haber verdiği bilgi, kesin olmaz. Şübheli olur. Tevâtür ile bildirilen şey, kesin bilgi olur. Kur’ân-ı kerîmin hepsi tevâtür ile, ya’nî sözbirbği ile haber verildi. Bunun için, Kur’ân-ı kerîmin Allah kelâmı olduğu kesin olarak bilinmekdedir. Birer kişinin haber verdiği sûrelerin de, Allahü teâlâ tarafmdan Muhammed aleyhisselâma indirilmiş oldukları ve belâgat bakımından i’câz derecesinde olduklan, kesin olarak bilinmekdedir. Yalnız, Kur’ân-ı kerîmden olup olmadığım büdiren sözlerde aynhk olmuşdur. Bunun da, da’varmza za-ran yokdur.
Üçüncü olarak diyorlar ki, Kur’ân-ı kerîm [Resûl^ahm sal-lallahü aleyhi ve sellem” vefâtmdan sonra, hazret-i Ebû Bekr-i Sıd-dîk halîfe iken] cem’ edilirken, tanmmıyan biri bir âyet getirince, adâlet sâhibi olduğu bilinmediği için, bundan yemin veyâ iki şâhid istenir, ancak ondan sonra, Kur’ândan olduğu anlaşılarak, Mısha-fa korlardı. Âyetlerin belâgati i’câz derecesinde olsaych, âyet olup olmadıklan, belâgatlanndan anlaşılır, Mıshafa konulabilmeleri için, getirenin âdil olması veyâ yemîn, iki şâhid gibi şartlara başvu-rulmazdı.
Cevâb: Bu şartları aramaları, âyet-i kerîmelerin Mıshafdaki yerlerini anlamakda, birbirlerinden önce veyâ sonra olduklannı bilmekde idi. Kur’ân-ı kerîmden olup olmadıklanm anlamak için değildi. Çünki, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, Kur’ân-ı kerîmi okur ve okuyanlan dinlerdi. Her getirilen âyetin Kur’ân-ı kerîmden olduğu kesin olarak belli idi. Yemîn veyâ şâhid istenmesi, âyetlerin sıralannı anlamanın kesin olması için idi. Bundan başka, belâgatlerinin i’câz derecesinde olması da, âyet-i kerîme olduklarım göstermekdedir. Bir-iki âyetin belâgati-nin i’câz derecesinde olmamasının zararı yokdur.
Atctt olarak diyorlar ki. her san’atin bir haddi bir smın “mrda durulur. Astlma/.. Her zeman, san’atınde, ben-üstün olan bir üstad bulunur. Muhammed aleyhısse-zemânındaki şâ’irlerinin en fasihi, en belîği olabilir. Zemâ-Jjjy şâ’irlerin söyliyemiyeceği şeyleri söyliyebilir. Buna mu’ciz ^,herzemân, her san’atda benzerlerinden üstün olan san’at jjtıinin, benzeri san’atkârlann yapamıyacakları birşeyi yapması-jatnu’ciz demek lâzım olur. Bu ise, saçma bir söz olur.
Cevâb: Mu’ciz demek, bir zemânda bulunan ve o zemân in-ılannın çoğunun yapamadıkları için çok değer taşıyan ve yapa-lîderce de, en yüksek dereceye ulaşdınlmış olup, insan gücü bunun üstünü yapılamıyacağmda sözbirliğine vanlımş olan ve ııierecenin üstünde bir yapan bulunursa, bunun anc£ik Allahü aâ tarafından olduğuna inanılan şeydir. Böyle olmıyan şeye lirae denmez. Mûsâ aleyhisselâm zemânında sihr böyle idi. O nân, sihr yapanlar, aslı ve vücûdü olmıyan şeyleri, vehmde ve balue, var imiş gibi göstermenin, sihrin en yüksek derecesi ol-ığunu biliyorlardı. Mûsâ aleyhisselâmın asâsının [Bastonunun] yılan olup, kendi sihrleri olan yılanları yutduğunu görün-bunun sihrin sınırının dışında ve insan gücünün üstünde oldu-Mu anladılar. Mûsâ aleyhisselâma îmân etdiler. Fir’avn, bu ^atdan habersiz olduğu için, Mûsâ aleyhisselâmın, sihr yapan-N başı olduğunu, onlara sihr öğreten olduğunu zan etdi. îsâ Rhisselâmın zemânında, tıb ilmi de böyle idi. Çok ilerlemişdi. Rbîbler, başarılan ile öğünürlerdi. Ünlü mütehassislan, kendi p bilgileri ile ölülerin diriltilemiyeceğini, anadan kör doğanlann pzlerinin açılamıyacağını söylerlerdi. Bunlann, ancak Allahü te-Pâ tarafından iyi edileceklerine inanırlardı. Muhammed aleyhis-Nâm zemânında, Arabistân yarım adasında, şâ’irlik ve belâgat ^n’atı en yüksek derecesine varmışdı. Yapdıklan şi’rlerin helâ-l^tlan ile birbirlerine öğünürlerdi. Hattâ, yedi kasidenin belagattaki üstünlüğü, şâ’irlerin takdirlerini kazanarak, bunlar Kâ beki kapısına asılmışlardı. Bunlann benzerlerini söyUyenbulun-ttiamışdı Târîh kitâbları, bunu uzun uzun yazmakdadır. Resûlul-lah “«lll^llahü alevhi ve
başında olanlar yanında, gülünç duruma düşdüler. MeselUv^ zâriyât-i zer’an) âyet-i kerîmesine karşılık olarak (Fel hâsr ■ hasden vettâhinât-i tahnen vettâbihât-i tabhan felâküât-i eti 1 dediler. [Bunu kendileri de beğenmedikleri için, Muhaid aleyhisselâmın karşısında okuyamadılar.] Bir bsmı da T
1er. Muhammed aleyhisselâmdan intikam almak, Onu öldürmek için, mallarının, canlarının, ehl ve evlâdlannm yok olmasını göze aldılar. Böylece, Kur’ân-ı kerîmin Allah tarafından gönderilmiş olduğu kat’î olarak [kesinlikle] anlaşıldı.